Selam sevgili web sitesi ziyaretcilerimiz. Bugunku yazimiz
.
Leonardo da Vinci
İtalyan Rönesansının ve hümanizmin en büyük güçlerinden biri olan Leonardo Da Vinci, 1452 yılında ailesinin adını aldığı Vinci kasabasında doğdu. Babası avukat Ser Piero Antonio da Vinci, Leonardo'nun annesi soylu bir aileden gelmediği için onunla evlenemedi ve Leonardo evlilik dışı doğdu. Annesi Catarina sonradan başka bir erkekle evlendiği için Leonardo babasının evinde yetiştirildi.
Leonardo, ilk öğrenim yıllarında aritmetik ve geometride öğretmenlerini sorduğu sorularla şaşırtacak kadar çabuk ilerledi. Keskin zekası ve yetenekleri çok küçük yaşlarda bile dikkat çekiyordu. Müzikle de ilgileniyor ve oldukça iyi bir şekilde lut çalıyordu. Fakat çocukluk yıllarında en gözde uğraşı resimdi. Babası bu yeteneği farkedince, onu Flosansa'nın en önemli atölyelerinden birinin başında olan ve aslen bir kuyumcu ustası olan Andrea del Verroccio'nun eğitimine verdi. Burada Botticelli, Perugino, Lorenzo di Credi, Francesco di Simone, Botticini ve Biagio d'Antonio ile birlikte son derece kapsamlı bir sanat eğitimi aldı. Leonardo,1469 ile 1476 yılları arasında devam ettiği alışılmışın dışında bir eğitim veren 'politeknik labarutuvarından' çizim , mimari ve heykelin yanı sıra optik, botanik ve müzik alanlarında da temel bilgiler edindi. (Leonardo'nun ünlü Arno Manzarası, Müneccim Kralların Tapınması ve Aziz Hieronymus eskizi ile birkaç resim bu döneme aittir.) Veroccio'nun ''İsa'nın Vaftiz Edilmesi'' tablosundaki meleklerden birinini Leonardo'ya ait olduğu düşünülmektedir. 1472 yılının Haziran ayında adı Floransa'lı ressamlar loncasının defterine bağımsız bir ressam olarak Lyonardo di Ser Piero da Vinci diye geçti. 1482 yılına kadar ünlü ve zengin bir koruyucusu olmadan bağımsız olarak çalıştı. Sadece kendi seçtiği resim ve heykel konularını çalıştı ayrıca örneklerini doğadan alan ilk ressam oldu. Eski resim anlayışının biçim ve renk çalışmalarından oldukça ileri giderek ışık ve gölge etkilerinin ilk farkına varan ressam da o oldu. Rengin perspektifle değişkenliğini irdeledi. Fakat ışığın özelliklerini sadece görmekle yetinmedi, bilgiye karşı doymaz merakıyla gözün fiziksel yapısını inceledi, optik ve dalga hareketleri üzerine çalıştı. Bununla da yetinmeyen Leonardo, hayvan ve insan bedeninin yapısını inceledi ve adele hareketlerinin kurallarını araştırdı. İlk defa fizyoloji ve botanik'i inceleyerek bu bilimlere de öncülük yaptığını da eklersek onun ne kadar çok yönlü bir zeka olduğu anlaşılabilir. 1482 yılında Leonardo, Milano'ya gitti. O sıralar Milano'yu Ludovico Sforza yönetiyordu. Leonardo ona ilgi çekici bir mektup yazarak hizmette bulunmayı teklif etti. Askerlik ve savaş yönetiminde kendi buluşu olan dokuz yeni fikir ileri sürdü ve onuncu fikrini de şöyle özetledi; ''10. Barış zamanında, mimarlıkta, binalar kurmakta ve su yolları yapımında ustalara eriştim. Mermer bronz ya da tuğladan heykeller yontabilirim. Resim yapmak ise , mesleğimdir; bunu mesleğini yerine getiren herhangi bir adamın becerdiği kadar becerebilirim. Ayrıca, babanızın anısını ölümsüzleştirecek bir anıt yapabilirim.'' Leonardo Milano'ya giderken at başı büyüklüğündeki lutunu da yanında götürmüş, Dükün önünde çaldığı zaman bütün müzisyenleri altetmişti. Ayrıca zamanını en iyi hazırlıksız şiir söyleyicisiydi. Dük bu genç Floransalı ressamın çekiciliğine hemen kapıldı ve teklifini kabul etti. Böylece onun on yedi yıl Milano'eda yaşayıp çalışmasını sağladı. Dehasını çeşitli çalışmalarıyla ortaya koydu. Ludovico da onun kişiliğini sanatı kadar iyi değerlendirebilmesini bildi. Leonardo bütün saray eğlence ve gösterilerinin de başındaydı. Hicivler, alegoriler ve şarkılar yazıyor ve ayrıca kendi görevleriyle de uğraşıyordu. Bu yoğun çalışma temposunu kendine has bir uyuma düzeniyle gerçekleştirebiliyordu. Günün her saatinde yanlızca 15 dakika uyuyarak verimli bir çalışma sistemi geliştirmişti. 1485 'de Milano'da görülen bir salgın, Leonardo'ya şehri bir sağlık düzeniyle yeniden kurma fikrini verdi. Planları hazırladı ve Ludovico'ya sundu. Ertesi yıl Milano katedrali için planlar hazırladı. Bu arada geometri, astronomi, enerji ve lut yapımı üzerinde çalışıyor, boş zamanlarında da Francesco Sforza'nın at üzerindeki heykelinin modelini hazırlıyordu. Yıllarca süren çalışmanın sonunda 80 metrelik heykeli tamamladı ve Milano'da sergiledi. Fakat bu dev heykelin bronzdan dökümü yapılamamıştı ve altı yıl sonra da Milano Fransızların saldırısına uğradığında okların hedefi oldu ve yıkıldı. Leonardo Da Vinci , 1494 yılında Lombardiya ovasını baştan başa kaplayacak su yolları şebekesinin planlarını hazırladı ve şimşek ve fırtına üzerine gözlemler yaptı. Ressam Leonardo ise ''Madonna'' resmini bitirmiş ve aynı yıl resimlerinin en ünlüsü ''Son Yemek'' tablosuna başlamıştı. Bu resim Santa Maria delle Grazie manastırının duvarına yapılmıştı, fakat tempera boyası sıvaya, sıva da duvara uymamıştı, kısa zamanda parça parça dökülmeye ve bozulmaya başladı. Son Yemek adlı tablo, bozulmuş durumuna rağmen dünyanın en büyük eserlerinden biridir. Rönesansın kusursuzluğa ulaşan ilk baş eseri ve bütün çağların resim tarihinde en mükemmel kompozisyon diye tanımlanan bu eser, kusursuz tekniği ile ancak yaratıcısının esin kaynağıyla boy ölçüşebilir. Leonardo'nun Milano döneminde aralarında ''Kayaların Bakiresi'' adlı tablosunun da olduğu sayısız iç süsleme ve portre çalışması vardır. Ludovico düklükten çekilince, Leonardo 1499 yılı sonunda Milano'dan ayrılarak Venedik'e gitti. Venedik'te Düşes Isabella Gonzaga onu son derece iyi karşıladı. Düşesin tebeşirle bir portresini yapan Leonardo, bunu sonradan bir tablo haline getireceğine söz verdi fakat bilim Leonardo'yu gittikçe daha büyük bir güçle kendine çekiyordu ve vaktinin çok büyük bir bölümünü matematiğe ve mühendisliğe ayırıyordu. Leonardo'nun mimari ve askeri mühendisliğe ilgisi, gezilerini ve etkinliklerini de belirlemişti. Savaş makineleri, toplar, nakliye ve kuşatma gereçlerine dair bilgisini dükalığın düşmesinden sonra, Cumhuriyetin askeri danışmanı sıfatıyla Venedik'e gittiğinde pratiğe dökme fırsatı buldu. Leonardo askeri mühendis olarak, Brunelleschi, Taccola, Francesco di Gorgio ve Valturio'nun kavramlarını geliştirdi. Ateşli silahların ortaya çıkmasından sonra karada ve denizde kullanılanılabilecek silahlar tasarladı ve balistik deneylerle bu silahların etkilerini gözler önüne serdi. Leonardo'nun diğer askeri tasarımları arasında çok namlulu toplar, fırlatma mekanizmaları ve patlayıcılar da sayılabilir. Ayrıca bugün kullandığımız haliyle makasın tasarımcısı da Leonardo'dur. 1500 yılının Nisan ayında Flosansa'ya doğru yola çıktı. Şimdi de coğrafyaya ilgi duymaya başlamıştı, Hazar Denizi'ndeki med ve cezir üzerine araştırmalar yapıyor, yazılar yazıyordu. Aynı zamanda Arno Nehri'nin kanalize edilmesi için planlar hazırlıyor ve diğer yol ve köprü yapımı projeleri üzerine çalışıyordu. Hatta bu tasarımlarının arasında 1502'de Osmanlı Padişahı II. Bayezid'e sunduğu ve Haliç için tasarladığı bir köprü de bulunur. Fakat kabul görmedi. -Bu tasarım daha sonra 2001 yılında Norveç'te yapıldı.- Bu dönemde Soderini Leonardo'ya yontması için bir mermer blok teklif etti, fakat buna ayıracak zamanı olmadığından teklifi geri çevirdi. Bu mermer daha sonra Leonardo'nun çağdaşı olan Michelangelo'ya Davut heykelini yapması için verilmiştir. Michelangelo, Leonardo'yu sevmezdi. Bir gün yolda karşılaştıklarında, Michelangelo ona '' At ressamı! Bir heykeli bile bronza dökemeyip utanç içinde kaldın.'' diye bağırdığı rivayet edilir. 1502 yılında Cesare Borgia'nın hizmetine giren Leonardo, bütün orta İtalya'yı baş mühendis sıfatıyla dolaştı ve bu yolculukları sırasında yaptığı kusursuz ve ayrıntılı altı harita bugün Windsor Saray Kitaplığı'nda saklanmaktadır. Kısa bir süre sonra Floransa'ya dönen Leonardo, Floransalı bir soylunun sarayının toplantı odası için savaş resmi taslağı hazırlamakla görevlendirildi. Leonardo'nun değişiyle hayvanca bir çılgınlık olan bu savaş resmi bütün ressamların hayranlığını ve övgüsünü kazandı. Leonardo'nun Raphael gibi genç sanatçılar üzerinde bıraktığı etkiler büyük ve kalıcı oldu. Bu dönemde Leonardo, ünlü resmi ''Mona Lisa'' üzerinde çalışıyordu. 1506 yılında tamamlanan bu resimdeki kadın portresi, gülümsemesi, garipliği ve anlamının güçlülüğüyle ün salmıştır. Aynı yıl bir kere daha Milano'ya gitti ve ünü ordan Fransa'ya kadar ulaşana dek orda kaldı. 1514 yılında Fransa kralı I. Fransuva'nın teklifini kabul ederek Ambois yakınındaki Cloux şatosuna yerleşti. Öldüğü 1519 tarihine kadar da burada yaşadı. Olağanüstü resim ve heykellerinden başka not defterlerindeki yazıları ve taslaklarıyla yüzyılların en büyük insanı ve en yüce zekası sıfatını hakeden Leonardo, ta o çağlarda bir uçak taslağı çizmiş, buharın kullanılışını da inceleyip, bir buhar topu ve gemilere çark şemaları da çizmiştir. Hidrolik biliminin yaratıcısı ve resim çekiminde karanlık odanın bulucusudur. Suyun molekül yapısı, ses ve ışık dalgaları üzerine geniş bilgisi olan Leonardo, çiçek ve filiz yapısı ve düzeni konusunda da çalışan ilk kişidir.
Michelangelo Buonarroti
Michelangelo, 6 Mart 1475'te Caprese kasabasında doğdu. Soylu bir aileden gelen babası Ludovici Bounnarroti kasabanın belediye başkanıydı. Fakat Michelangelo'nun doğduğu yıl, babasının başkanlık görevi sona erdirildi ve yoksullaşan aile Floransa'ya taşındı. Burada bir taş işçisinin karısının bakıcılığına verilen Michelangelo, yıllar sonra bunun üzerine,'' Dadımın göğsünden sütüyle birlikte keskiyi ve tokmağı da emdim.'' diyecektir.
Çocukluğunda Michelangelo'ya sıkı bir eğitim verildi, fakat çocuğun sanata olan merakı babasının engellemelerine rağmen giderek büyüdü. En sonunda 1488 yılında Ghirlandaio diye bilinen Dominico ile David Currado'nun yanına çırak olarak verilen Michelangelo, resim yeteneğiyle kısa sürede farkedildi. On üç yaşındayken bile Michelangelo, doğayı gözlemlemeden, düşlerinin doğanın gerçeğine uyup uymadığını denemeden hiçbir şeyi renklendirmezdi. Sık sık balık pazarına gider, balıkların şeklini, göz ve solungaçlarını inceler, sonra da büyük bir titizlikle resmederdi. Ustası Ghirlandaio'nun yanından bir süre sonra ayrılan Michelangelo, Lorenzo de Medici ya da ''Muhteşem Lorenzo'' diye bilinen bir soylunun koruyuculuğunda kurulan okulda heykeltraşlığa başladı. Kısa sürede Lorenzo'nun ilgisini çekti. Lorenzo okulda bir gün, Michelangelo'yu çöpe atılan bir mermerden yaptığı sırıtan bir yüz heykelini parlatırken görür. Bu Lorenzo'nun çok hoşuna gider ve yarı şaka yarı ciddi '' Oldukça yaşlı bir yüz yapmışsın, bu geçkin budalanın tüm dişleri de yerinde. İnsanların yaşlandıkça dişlerinin döküldüğünü bilmiyor musun?'' diye sorar. Michelangelo da keskisini kaptığı gibi üst çeneden bir diş kırar. Bu zekice davranışın üzerine, Lorenzo çocuğun babasını çağırtır ve onu kendi evine aldırır. Michelangelo burada 1492 yılına, Lorenzo'nun ölümüne kadar kalmıştır. Bu yıllar Michelangelo'nun sanatının yetişme dönemidir ve o döneme ait eserlerde Lorenzo'nun aşıladığı Yunan etkileri görülür. Şiire ilgisi de bu yıllarda başladı. Dante'den oldukça etkilendi. Tam da bu yıllarda Güzel Luigia de Medici'ye aşık olması edebiyata olan ilgisini arttırmış ve karşılıksız kalan aşkını güçlü bir sone dizisinde dile getirmişti. On sekiz yaşında yalnız yüreği bir kez daha coşmuş ve bir başka aşk şiirleri dizisinde genç Tommaso Cavalieri'ye seslenmişti. Fakat Pescara markisinin dul karısı Vittoria Colonna için yazdığı şiirler, bunlardan daha güçlüdür. Michelangelo, sayıları oldukça kabarık olan bu şiirlerde Vittoria'ya olan aşkını anlatmış, yalnız bu mistik şiirlerinde değil, hristiyanlıkla ilgili eserlerinde ve platonik aşkın mutluluklarını dile getiren, sanatın sırlarını anlatan yazılarında da hep Vittoria'ya seslenmiştir. Michelangelo'nun şiirlerindeki anlatım, kişiliğindeki gibi yoğun ve güçlüdür. Hayatındaki tüm çoşkunluk ve ateşi heykellerinde olduğu gibi yazılarında da yansıtırdı. Çağdaşlarını gözünde Michelangelo, çabuk kızan, sinirli, kendini beğenmiş alaycı ve aksi biriydi. Hatta gençlik yıllarında alay ettiği ve sert bir dille işini eleştirdiği bir okul arkadaşının yumruğunun izini hayatı boyunca burnunda taşıdı. 1492 yılında Lorenzo ölünce, Settignano'ya dönen Michelangelo burada anatomi çalışmaya başladı. Daha sonra üç yıl süreyle, çalışmalarına Venedik ve Bologna'da devam etti. Vatanı Floransa'ya döndüğünde yaşının küçük olmasına karşın sanatında olgunluk dönemine girmişti bile. 1595 yılında '' Uyuyan Cupid'' adlı eserini bitirdi ve bu eser St. Giorgio Kardinali'ne antika diye satıldı. Bir yıl sonra Roma'ya giden sanatçı, ''Baküs'' adlı mermer heykelini yaptı. Bundan böyle sadece başarılı bir ressam değil, aynı zamanda verimli bir heykeltraştı. 1499 yılında hristiyan heykelciliğinin ilk gerçek eseri olan ''Pieta''yı tamamladı. Olağanüstü güzellikteki bu eser şimdi Vatikan'dadır. 1501 yılında yeniden Floransa'ya dönen sanatçı, bir yıl sonra '' Bruges Madonna'' adlı eserini, üç yıl sonra da ünlü ''Davut'' heykelini yaptı. On sekiz ayda tamamlanan bu heykel dört buçuk metre boyundadır. Aynı dönemde '' St. Mattew'' heykelini ve ''Pisa Savaşı''nın taslağını yapmıştır. 1505 yılında Papa II. Julius, Michelangelo'yu Roma'ya davet etti ve onu kendi türbesini yapmakla görevlendirdi. Yıllarca süren çalışmanın sonunda tamamlanan eser olağanüstü güzelliğiyle görenleri kendine hayran bırakır. Üç yıl sonra Michelangelo'ya Sistine Kilisesi'nin tavan süslemeleri görevi verilir. İlk başta bu görevi reddeden Michelangelo, sonunda kabul ederek sanat tarihine kusursuz bir eser kazandırmıştır. Kilisenin tavan süslemeleri üç yıl sürmüştür. 1527 yılında toplumda iyice saygın bir kişi olarak tanınan Michelangelo, Levazım Generali seçildi. 1534 yılında görevinden ayrılan sanatçı, Floransa'yı terkederek Roma'ya yerleşti. Roma'da, Papa III. Paul, atmış yaşında olan Michelangelo'yu Vatikan'ın baş mimarı, ressamı ve heykeltraşı olarak görevlendirildi. Aynı yıl Sistine Kilisesi için ''Kıyamet Günü'' freskine başlayan Michelangelo bu eseri yedi yılda bitirdi. Ayrıca Paulin Kilisesi'nde freskler, resimler ve heykeller yapmış, 1574 yılında St. Peter kilisesinin mimarlığını da üstlenmiştir. 1564 yılı Şubat ayının bir öleden sonrasında hayata gözlerini kapayan Michelangelo hiç evlenmedi. Sadece sanatıyla evli olan sanatçı, tüm hayatını ve enerjisini eserlerine verdi. Bir papaz arkadaşı, evlenmemesine ve çalışmalarının ürününü ve ününü bırakacak çocukları olmamasına çok üzüldüğünü söylediği zaman, Michelangelo, ''Sanat bana fazlasıyla eş oldu. Beni daima çalıştırdı, çabalattı. Geride bıraktığım eserlerim ise çocuklarımdır. Hiçbir değeri olmasa bile ben onlarda yaşarım'' dedi. Gerçekten de dediği gibi yüzyıllardır eserleriyle yaşamaktadır.
Vincent van Gogh
Vincent Van Gogh, bir papazın oğlu olarak 1853 yılında Hollanda’nın güneyinde bir köyde dünya’ya geldi. 19.yüzyılın yazgısı en trajik sanatçılarından biri olan Van Gogh, içinde sürekli bunaltılar yaşar ve hiçbir işe yaramadığına olan inancı, bir şeyler yapma, bir çıkış bulma isteğidir bunaltılarının nedeni. Acı çeker, mutsuzdur, huzursuzdur ve yalnızdır ama resimleriyle neşe ve sevinç uyandırmak istemiş, acıları sevince, hüzünleri neşeye ve yalnızlığı birlikteliğe döndürmeye çalışmıştır.
İnsanların yalnızlık, hüzün ve acı içindeki hallerinden etkilenip bunları da resimlerinde yansıtmıştır. Acı çekenlere ilgi duymuştur; içinde yaşadığı dünyada kendisini uyumsuz hisseden bütün melankolikler gibi. Mutsuz olması yalnızlığındandır. Hiçbir zaman hiçbir şeyi başaramayacağına olan inancı, kendisinden kuşku duyması, trajik yazgısı, yaşamına son vermesidir onu melankolik yapan.
Dünyada kendisini alçalmış, sevgilerden uzaklaşmış görmüştür Van Gogh. Yararsızlığının kendi elinde olmadığını, yazgının çizdiği olaylar dizisi sonucu bir kafese tıkıldığını, bir şeyler yapmak istediğini ama bunun yolunu bulamadığını yazar Theo'ya mektuplarında. Daha sonra yapacağı işi bulmuş ve kendini tamamıyla ona adamıştır büyük bir coşkuyla.
"Acı duymak gülmekten iyidir, zira acı insanın yüreğini arıtır. İnsanları diri diri gömercesine kilitleyip çevrelerinde duvarlar örenin ne olduğu bilinmez ama yine de bir takım duvarların, tel örgülerin, demir parmaklıkların varlığı hissedilir. Bütün bunlar bir kuruntu, bir hayal midir? Sanmıyorum. Ve insan kendi kendine sorar; Tanrım bu uzun süreli mi, temelli ve herkes için geçerli olan bir ebediyet midir?"
İlk dönem karakalem çalışmalarında maden işçilerini, köylüleri ele almış, patates yığınları, dokuma tezgahı gibi konuları işlemiş bir yandan da kasvetli gökler ve koyu renklerle iç karartıcı manzaralar resmetmiştir. Patates Yiyenler tablosu bu kasvetli ve iç karartıcı dönemini simgeler ( Vincent Van Gogh Museum, Amsterdam). 1885 tarihli resimde iç mekanda günlük yaşam konu edinilmiştir. İşçiler kendi ektikleri patatesleri paylaşarak yerken gösterilmişlerdir. Tek ışık kaynağı yukarıdan sarkan bir lambadır. Lambanın ışığı patatesleri aydınlatır. Resmin genelinde aynı renk ve tonlar hakimdir. Yeşilin ve kahverenginin koyu tonları. Patatesin tozlu rengini elde etmeye çalışıyordu. Bütün resme hakim olan renk yabani patates rengiydi. Resmin kasvetli ve karanlık görünümü ve insanların yüzleri, yoksulluğu melankolik bir atmosfer yaratıyor. Bu tür insanları gözlemleyen Van Gogh da yoksulluğun ne demek olduğunu biliyordu Bu dönemlerde kardeşine yazdığı bir mektupta " Böyle devam ederse hedefime varamayacağım. Bu kadar uzun zaman aç kalmasaydım bünyem daha kuvvetli olurdu. Fakat her seferinde daha az çalışmak ya da aç kalmak şıklarından birini seçmem gerektiğinde ben hep aç kalmayı tercih ettim. Bir insan buna nasıl dayanabilir? Açlığın etkisini resimlerimde öylesine görebiliyorum ki geleceğim için kaygılanıyorum".
1882 tarihli Hüzün adlı taşbaskısında oturan çıplak bir kadın tasvir edilmiştir (Vincent Van Gogh Museum, Amsterdam). Kadının başı dizine doğru eğilmiştir ve kolları arasında kalmıştır. Koyu renk uzun saçları çıplak sırtından aşağıya dökülmektedir. Saçlar ten rengiyle kontrast oluşturur. Figürün dış hatları belirginleştirilmiştir. Kolları arasında kalan yüzü görülmez ama büyük ihtimalle ağlamaktadır ya da üzgün bir ifade içindedir. Tek başına bırakılmış, çaresiz bir durumu vardır. Kederleriyle birlikte yapayalnızdır, itilmiştir. Kederin dokunaklı bir ifadesine tanık oluyoruz. Buradaki kadın Van Gogh'un birlikte yaşadığı alkolik, gebe ve fahişe Sien'dir. Bu resmin bir de karakalemle yapılmış deseni vardır.
Van Gogh'un 1890 yılında Sonsuzluğun Eşiğinde - 1890- adlı resminde de yine kederler içindeki bir insanın tasviri vardır (Rijksmuseum Kröller Muller, Otterlo ). Resimde sandalye üzerinde oturan mavi pantolon ve gömlekli yaşlı bir adamın derin acısı yansıtılmıştır. Yaşlı adam yumruk yaptığı elleriyle yüzünü kapamış, dirseklerini bacaklarının üzerine dayamış ve öne doğru eğilmiştir. Gözleri ve yüzü görünmüyor ama o da ağlamaklı ve yıkılmış bir durumdadır. Yine aynı yıl yaptığı Doktor Gachet'in Portresi -1890- adlı resimde de masaya dirseğini dayamış oturan bir adam görülür (Musee du Jeu de Pavme,Paris). Beyaz kasketli figürün yumruğu yanağında be başını destekler. Düşünceli ve kederli görünümlü Doktor Gachet'in kendisine sinirli olduğu kadar hasta göründüğünü de belirtir Van Gogh. Figürün yüzünde melankoli, hüzün, çaresizlik ve umutsuzluk hakimdir. Bu hüzün resmin her yanına yayılır. Bütün renkler ve çizgiler bu melankolik atmosfere uyar. Figürün çizgileri kasvetli görünümü izler ve bu duygusal ruh halini açığa vurur. Üzerindeki lacivert ceket ve arka planın koyu mavi rengi ve yüzün solgunluğu ifadeyi güçlendirir.
Ren Nehrinde Yıldızlı Bir Gece -1888- adlı manzarasında yıldızlı gecenin tasviri göz kamaştırıcıdır. Işık saçan yıldızlar, kıyıdan denize vuran yapay ışıklar ve lacivertle mavi tonları resmin bütününe yayılır. Ön planda yürüyen bir çift görülür. Buradaki ve başka resimlerinde görülen çiftlerden erkek olanı kızıl saçlı olarak tasvir edilmiştir. Hayatı boyunca yalnız olan ressam gerçek hayatta asla bulamadığı eşini resimlerinde hep yanında çizmiştir. Figürler manzarada çok küçüktür ve yüzleri seyredene dönüktür. Bir mektubunda " Gece manzaralarını ve gece ortamının özelliklerini, gecenin gerçek karanlığı içinde ve yerinde tuvale aktarma sorunu beni her taraftan kuşatmakta" diye yazmıştı. Gökyüzündeki yıldızlara gitmek için ölümün bir araç olduğunu belirtir. Ölümle ulaşılan yıldızların erişilir olabileceğini düşünüyordu. Gece karanlıktır, korkudur, ölümdür, uykudur, yalnızlıktır, hüzündür.
van Gogh resimde kendini yaşamdan koparıp alacak yolu arıyordu. Coşkusunu, içinde kopan fırtınaları, hüzünleri, aşırı hislerini portrelerine yansıtan ikinci bir ressam daha yoktur. Kendisiyle sürekli hesaplaşan, bir türlü emin olamayan, bir başkasının eline bakmaktan dolayı sürekli ezik ve hassas olan ama gittiği, inandığı yoldan vazgeçmeyen, çevresindekiler tarafından anlaşılamamış bir Van Gogh. Acılarıyla, mutsuzluğuyla, huzursuzluğuyla, arayışları, hırsı, coşkusu, sonsuz yalnızlığı, sevgiye açlığı, yoksulluğu, yaptığına duyduğu saygı, kısa yaşantısına sığdırdığı onca yapıtı, erkek kardeşi Theo'ya yazdığı mektuplar, hastalığı, krizleri, bir tas çorba ile boya tüpü arasındaki seçimleri onu Van Gogh yapanlar. "Çoğu zaman 30 yaşında olduğuma inanamıyorum. Çok daha yaşlı hissediyorum kendimi. En çok beni tanıyanların çoğunun bana 'rante' gözüyle baktıklarını düşündüğümde ve bazı şeyler değişmezse belki de haklı çıkacaklarına inandığımda içim kararıyor, sanki bu şimdiden gerçekleşmişçesine bir umutsuzluğa kapılıyorum"
Bulutlu Göğün Altındaki Buğday Tarlası -1890-resmi için "bunlar kasvetli gökyüzünün altında uzanan uçsuz bucaksız buğday tarlaları...derin kederi ve sonsuz yalnızlığı ifade etmekte zorlanmadım" diye yazar Theo'ya mektubunda. (Vincent Van Gogh Museum, Amsterdam). Ancak ona göre üzüntü ve üzgün yine de iyileştiricidir ve neşelidir. Resmin yarısından çoğunu kaplayan koyu mavi tonların hakim olduğu gökyüzü altında sarılar ve yeşiller beyazlarla ışıklandırılmış tarlalar uzanmaktadır. Önde birkaç küçük gelincik başı vardır. "Kanımca somurtkan yeşil renkler toprak rengi tonlarıyla iyi bir uyum içinde; bunda sağlıklı ve bu yüzden itici bulmadığım bir üzüntü havası var"
Buğday Tarlası ve Kargalar ' da -1890-yine kasvetli ve karanlık bir gökyüzü tasviri vardır (Vincent Van Gogh Museum, Amsterdam). Van Gogh bu resimle de yine kederini ve aşırı yalnızlığını iletmeye çalışmıştır. Geniş tarladan üç ayrı yol ayrılır. Seyreden resmin köşesinde veya tarlada patikanın sonunun ve ufkun nerede olduğunun bilinmezliğiyle sarsılır. Geniş açık tarlaların normal perspektif kurgusu tersine dönmüştür. Çizgiler resmin önünde buluşmak için ufuktan kaçar. Vincent bu resmi yaparken önünde malzemeleriyle ufka doğru yükselen iki yolun böldüğü buğday tarlasının - üçüncü yol resmin sağ alt köşesinde kalmıştır- karşısında yere çökmüş ve önce sola sonra sağa iki kez ateş etmişti. Kara kuşlar ölümü çağrıştırır. Fırtınalı alçak gökyüzünde uçuşan kargalar ve gökyüzünde belirgin mor fırça vuruşları izleyende yalnızlık ve keder duygularını uyandırır. 29 temmuz 1890 da kendini vuran Van Gogh iki gün sonra ölmüştür. Ölümünden sonra üzerinde bulunan kardeşine yazdığı ama göndermediği mektupta " kısaca sanat uğruna hayatımı tehlikeye atıyorum ve bu yüzden aklımın yarısını yitirdim" diye yazmıştır.
Pablo Picasso
Picasso
Pablo Picasso (25 Ekim, 1881 – 8 Nisan, 1973) 20. yüzyıl sanatının en iyi bilinen ustalarından biridir. Georges Braque ile birlikte Kübizm akımının mimarıdır.
Tam ismi Pablo Diego Jose Francisco de Paula Juan Nepomuceno Crispin Crispiniano de la Sentissima Trinidad Ruiz Blasco Picasso y Lopez'dir. Picasso 25 Ekim 1881' de Malaga, İspanya’da doğar. Resim yapmaya sekiz yaşında başlar. 1895'te Barselona Güzel Sanatlar Okulu'na girer. 1901' den itibaren anne soyadı olan Picasso'yu kullanmaya başlar.
Mavi Dönem
1901-1903 yılları Picasso'nun mavi dönemi olarak adlandırılır. Arkadaşı Carlos Casagemas intiharıyla başlayan bu dönemde, Picasso, tablolarında mavi rengi egemen olarak kullanmıştır. Bu dönem tablolarında yaşlılık, fakirlik ve ölüm temaları işlenmiştir. Daha çok Fakirler, dilenciler ve körler tasvir edilmiştir: Dama en Eden Concert (1903), La Vida (1903), Las dos hermanas (1904).
Pembe Dönem
Picasso, 1904'te Paris'e yerleşir. Burada ilk eşi Fernande Olivier'yle tanışır. Dönem adını tıpkı mavi dönemde olduğu gibi, pembe ve tonlarının yoğun kullanımından alır. İşlenen temalar daha çok melankolik ve duygu yüklüdür; bu dönem tablolarında sirk dünyasına da ratlanır. Picasso, bu dönemde renkten çok çizgi ve desen kullanımına önem verir.
Kübizm
1907'den 1914'e kadar kübist olarak adlandırılan tarzda tablolar yapar. Kübist tabloların genel özelliği, geometri ve geometrik şekillerin kullanılmasıdır. Resmedilen nesneler geometrik formlar oluşturacak şekilde basitleştirilmiş yahut geometrik şekillere bölünmüştür. Kübizmin bir diğer özelliği de uzaydaki(3 boyutlu) bir cismi iki boyutlu yüzeye aktarma çabasıdır. Bu amaçla Picasso, şekilleri yanal yüzeylerine bölüştürüp her birini iki boyutlu yüzeyde göstermeye çalışır. Yine bu nedenden portrelerindeki insanların hem profili hem de önden görünüşü görülmektedir. Birinci Dünya Savaşı sırasında Picasso, Jean Cocteau ile beraber Roma'da kalır. Burada sahne dekoratörü olarak çalışırken dansçı Olga Kokhlova'yla tanışır. Picasso ikinci eşi olan Olga Kokhlova ve oğlunun birçok portresini yapmıştır. (Paul en Pierrot, 1925, Picasso Müzesi, Paris) 1920'li yılların başında ressam klasisizme geri döner: Trois Femmes à la fontaine (1921, Modern Sanat Müzesi, Paris). Ayrıca mitolojiden de esinlenir: les Flûtes de Pan (1923, Picasso Müzesi, Paris).
Picasso tanınan en üretken sanatçıdır. Guiness Rekorlar Kitabı'na göre, 13,500 resim, 100,000 baskı, 34,000 kitap resmi, ve 300 heykel ve birçok seramik ve çizim üretmiştir. 1973'de eserlerinin toplam değerinin 750 milyon dolar olabileceği tahmin edilmiştir.
Bir genelevdeki beş fahiseyi gösteren ve Kübizm akımının en önemli örneklerinden biri olarak görülen ünlü eseri Les Demoiselles d'Avignon, Fransa'da 1907 yazında çizilmiştir.
En tanınmış eseri Alman ordularının Guernica kasabasını bombalamasını anlatan Guernica adlı eseridir. Resim 1937'de yapılmıştır. Bu resim şu anda Madrid'de Reina Sofía Müzesinde bulunmaktadır. Picasso, bir sergisi sırasında kendisine, "bu resmi siz mi yaptınız" diye soran bir Alman generaline, "Hayır, siz yaptınız" cevabını vermiştir.
Eserleri
İlk Komünyon (1895-1896)
Dağınık Saçlı Otoportre (1896) Picasso Müzesi (Barselona)
Kısa Saçlı Otoportre (1896), Picasso Müzesi (Barselona)
Otoportre (1899-1900)
Otoportre Yo, Picasso (Bahar 1901), özel koleksiyon (New York)
Maternidad, Picasso (1901)
Otoportre : Yo (1901), John Hay Whitney Koleksiyonu (New York)
Kafede (1902)
Otoportre (1901), Picasso Müzesi (Paris)
Madame Soler (1903), Pinakothek der Moderne, Münih
Dama en Eden Konserinde (1903)
La tragédie (1903)
Hayat (1903)
Jaime Sabarté'nin Portresi (1904)
Harlekin, otururken (1905)
Les Saltimbanques (1905)
Gertrude Stein'in Portresi (1906)
Genç Adam Kafası (1906)
Kadın Kafası (1906)
İki Nü (1906)
Otoportre (bahar 1906), Gellman Koleksiyonu (Meksika)
Otoportre (été 1906), özel koleksiyon
Paletli Otoportre (Yaz/Güz 1906), Philadelphia Museum of Art (Filadelfiya)
Denizci, Sigara Sararken (1907)
Otoportre (été 1907), Národni Gallery (Prag)
Avignon'lu Kadınlar (1907), Museum of Modern Art (New York)
Sarı Nü (1907)
Elmalı ve Armutlu Meyvalı Kup (1908)
Vadideki Evler (Horta de Ebro-1909)
Georges Braque'ın Portresi (1910)
Viyolon (1912)
Sandalyeli Natür Mort (Bahar 1912), Paris
Gitar ve Gazete (1916)
Olga Kokhlova (1917), Picasso Müzesi (Malaga)
Yıkananlar (1918)
St. Raphael'de Bir Pencere Önünde Natür Mort (1919)
Sisley Ailesinin Portresi (1919)
Yıkananlar (1920)
Üç Müzisyen (1921), Museum of Modern Art (New York)
Annelik (1921-1922), Picasso Müzesi (Malaga)
Beyaz Bereli Paulo (1923), Picasso Müzesi (Málaga)
Paul en Arlequin (1924)
Şarlotlu Natür Mort (1924), Centre Georges-Pompidou'dan çalındı (Paris)
Okuma (1932)
Minotauromachie (1935)
Okuyan Kadın (1935)
Guernica (1937)
Yeşil Çoraplı Kadın Portresi (1938), Picasso Müzesi (Malaga)
Kolları Kafasının Arkasında Kadın Büstü, (1939), Picasso Müzesi (Malaga)
Sarı Hırka (1939)
Koltukta Oturan Kadın (1946), Picasso Müzesi (Malaga)
Kore'de Katliam (1951)
Bayan Z ya da Çiçekli Jacqueline (1954), Özel koleksiyon
Sandalyede Jacqueline (1954), Paris Pinakoteği
Oturan Jacqueline (1954), Picasso Müzesi (Málaga)
Türk Giysili Jacqueline (Nisan 1955), Özel koleksiyon
Oturan Jacqueline (1955)
Oturan Adam (Otoportre-1965), Özel koleksiyon
Yıkanan Kadın (1971), Picasso Müzesi (Malaga)
Otoportre (30 haziran 1972), Fuji Television Gallery (Tokyo)
Avignon'lu Kadınlar (1907)
Salvador Dali
11 Mayıs 1904'te Figueres, Catalonia, İspanya'da dünyaya geldi. O doğmadan dokuz ay önce menenjit sebebiyle hayata gözlerini yuman ağabeyinin adı da Salvador'du ve anne babası ağabeyinin Salvador'un bedeninde yeniden dünyaya geldiğine yani reenkarnesi olduğuna inanıyorlardı. Dali daha sonraları bununla ilgili olarak şunları söyleyecekti:
Bu farkındalıkla yaşamakta zorlanan Dali'nin tüm davranışları ailesinin dikkatini çekmek üzerine odaklıydı. Dali'nin kızkardeşi Ana María'nın da dünyaya gelmesi durumu değiştirmedi. Zaman geçtikçe farklılığını ifade etme isteği daha dayanılmaz hale geliyordu.
Çocukluğunda, ileride FC Barcelona futbolcularından olacak Sagibarbá ve Josep Samitier'le çok iyi arkadaş olan Dali, Cadaqués'te geçirdiği tatillerde iki arkadaşıyla futbol oynamayı çok seviyordu.
1916'da resim okuluna kaydolan Dali'nin bir yıl boyunca yaptığı karakalem çalışmaları babasının desteğiyle evlerinde sergilendi. İlk resmi sergisi ise 1919'da Figueres'teki Municipal Theater'da açıldı. Dali'nin öğretmeni iyi bir ressam olan Juan Núñez'di. Dali, Catalan empresyonist ve realistlerini tanıdıktan sonra kübizm akımını ve Juan Gris'i de keşfetti.
Dali 1921'de annesini göğüs kanserinden kaybettiğinde henüz 16 yaşındaydı. Bu büyük travmanın üstesinden güçlükle gelmeye çalışan Dali'nin babası, merhum eşinin kız kardeşiyle evlendiğinde, bilinenin aksine Dali bu duruma içerlemedi. Zira teyzesine de oldukça düşkündü. Dali, Figueres Belediyesi Sanat Okulu'nda eğitim gördüğü dönemde Miguel Angel, El Greco, Velazquez, Leonardo, Goya ve hayran olduğu diğer ressamların makalelerinin yer aldığı 'Studium' dergisinde de çalıştı.
1922'de Madrid'e taşınıp, San Fernando School of Fine Arts'a kaydolan Dali, burada gerçekleştirdiği kübist çalışmalarıyla büyük ilgi gördü. Hayatı boyunca etkileneceği dadaist akımıyla da o yıllarda tanışan Dali, şair Federico García Lorca ve film yapımcısı Luis Bunuel'le yakın arkadaştı. Okulda onu sınava tabii tutacak yetenekte kimsenin olmadığını söylediği için yönetimle arası açılıp, final sınavlarından çok kısa bir süre önce okuldan atılan Dali, Basket of Bread isimli çalışmasında dehasını ortaya koymuştu. O yıl Paris'e ilk ziyaretini gerçekleştirdiğinde Pablo Picasso'yla tanışma fırsatı bulan Dali, ressamdan çok etkilendi ve bu etkilenimleri o dönemde yaptığı çalışmalarına da yansıdı.
Resimdeki yeteneği açtığı sergilerle tescillenen ve Barcelona'da büyük ilgi gören Dali, ilgilendiği akımları bazen tek tek bazen de tümünü kombine ederek resimlerinde kullanıyordu. Daha çok avantgard ve deneysel bir tarzı olsa da resim sanatının temelleriyle de ilgileniyordu. Gösterişli bıyığı Dali'nin karakteristiklerinden biri olmuştu, zira Dali fiziksel görünüşü itibariyle 17. yüzyıl İspanyasının en önemli ressamlarından biri olan Diego Velázquez'tan oldukça etkilenmişti. Günlük yaşamı; entelektüel bir söylemin ve lüks bir yaşamın çevresinde dönen ressamın, kadınlar pek ilgisini çekmiyordu. Ancak bu durum kısa bir süre sonra değişecekti.
1929'da film yapımcısı arkadaşı Luis Buñuel'le birlikte Un chien andalou isimli ilk gerçek üstü kısa film için ortak bir çalışma yürüttü. Aynı yıl sürrealist şair Paul Éluard'ın eski eşi Gala'yla tanışan Dali, onunla büyük bir aşk yaşamaya başladı ve o andan itibaren Gala; Dali için bir âşık, bir arkadaş, esin perisi ve resimleri için de model oldu. O yıllarda oldukça önemli profesyonel sergiler açan Dali, yaratıcılığıyla büyük övgü alıyordu. En önemli çalışmalarından biri olan The Persistence of Memory isimli tablosunu 1931'de tamamlayan Dali, 1929 yılından itibaren birlikte yaşadığı Gala'yla 1934'te dünya evine girdi. Tarihçi Alexandre Deulofeu'yla da o yıllarda tanıştı ve yakın arkadaş oldu. 30’lu yılların başında Paris’te katılmış olduğu sürrealist hareketten, kısa bir süre sonra dik başlılığı ve asi kişiliği nedeniyle dışlanan Dali, bu süre içinde kendisini sürrealizmin en büyük temsilcilerinden biri haline getirecek olan Büyük Mastürbasyoncu, Seksapel Görüntü ve Hüzünlü Oyun isimli eserlerine imza attı.
Yine 1934'te tablo alıp satan Julian Levy tarafından Amerika'ya tanıtılan ressam, New York'ta da bir sergi açtı. Birkaç İspanyol entelektüelle birlikte İspanyol Sivil Savaşı'ndan sonra başa geçen Francisco Franco'yu destekleyen Dali, sürrealist arkadaşlarınca küçük burjuvaya dönüşmekle suçlanır olmuştu. Bununla ilgili;
açıklamasını yapan Dali, politik görüşüyle ilgili olarak daha önce de şunları söylemişti:
1936'da Londra'da Stefan Zweig onu Sigmund Freud'a tanıttı ve aynı yıl New York Moma'da "Fantastic Art, Dada and Surrealism" sergisine katıldı. Sergiye dalgıç kıyafetleri içinde ve tasmalarından tuttuğu iki tazıyla gelmesi Dali'nin insanın gerçek bir düş dünyası yaratması ve bunu yaparken aklını denetim altında tutup iradesini bilinçli olarak bir süre askıya alması gerektiğiyle ilgili düşüncelerini de destekler nitelikteydi. Dali daha sonra Time dergisine kapak oldu.
İkinci Dünya Savaşı başlar başlamaz eşi Gala'yla birlikte Amerika'ya giden Dali, 8 yıl boyunca orda yaşayacaktı. 1942'de otobiyografisi The Secret Life of Salvador Dalí'yi yayınladı.
Virginia, Pebble Beach, California ve New York St. Regis Hotel'de geçirdikleri yıllardan sonra çift 1949'da yeniden İspanya'ya döndü. Dali, Andre Breton'ın sürrealizmin kırkıncı kutlama yılı için organize etiği Homage to Surrealism isimli sergide Joan Miro, Enrique Tábara ve Eugenio Granell'le birlikte resimlerini sergiledi. 40’lı yıllarda, Kızarmış Bacon ve Yumuşak Otoportre, Ekmek Sepeti, Atomik Leda ve Portlligat’lı Madonna gibi çok önemli yapıtlarını sanatseverlerle buluşturan Dali, döneminin en ünlü ressamlarından biri haline geldi. Ressam 1946'da Alfred Hitchcock'un Spellbound filminde bir dizi rüya sahnesi için sahne tasarımı da yaptı. O dönemin yıldızı yeni yeni parlamaya başlayan sanatçılarından Andy Warhol, Pop Art'ın ortaya çıkmasında Dali'nin büyük etkisi olduğunu açıkladı. Matematiğe ve fiziğe de büyük ilgisi olan sanatçı, çalışmalarında geometrik öğeleri de kullanıyordu.
1950’lerde, “Yansıtma ve Derinleşme Üzerine Paranoyak – Eleştiri” metodunu geliştiren ressamın eserlerinin büyük bir çoğunluğunun konusunu din, tarih ve fen bilimleri oluşturuyordu. Bu yıllar içerisinde Cristo de San Juan de la Cruz, Galatea de Las Esferas, Corpus Hipercubicus, Amerika’nın Kristof Kolomb Tarafından Keşfi ve Son Yemek gibi çok tanınan yapıtlarını verdi.
1960 yılında doğduğu yer olan Figueres'de en büyük projesi olan ve 1974 yılına kadar uğraş vereceği Dali Tiyatrosu ve Müzesi'ni kurmak için kollarını sıvayan Dali, ünlü lolipop markası Chupa Chups'un da logosunu hazırlamıştı. 1969 yılında yapılan eurovizyon şarkı yarışmasının tanıtımlarından ve sahne düzeninden de sorumlu olan ressam, Gerona'da Pubol Şatosu'nu satın aldı ve içini yenilemeye başladı.
60’lı yıllarda, Los Angeles (1964), New York Modern Sanatlar Müzesi (1966), Rótterdam (1974), Dalí Cleveland Müzesi (1971), París George Pompidou Merkezi (1979), Londra Tate Gallery (1980), Madrit Çağdaş Sanatlar İspanyol Müzesi (1983), Barselona Pedralbes Sarayı (1983) gibi dünyanın en büyük sanat merkezlerinde Dali’nin geniş çaplı antolojik sergileri sanatseverlerle buluştu.
Sadece resim sanatında değil güzel sanatların birçok alanında da yapıtlar veren Dali şaşırtıcı ve olağanüstü projeleri de hayata geçirdi. Ressam, bir smokini, içinde filtre bulunan likör kadehleriyle kaplayarak gerçekleştirdiği çalışmaya Afrodizyak Ceket adını vermişti. Daha sonra ahize yerine kabuklu hayvan kullandığı Istakoz Telefon’u icat etti. Çekmeceli Milo Venüs isimli eserinde ise ünlü heykeli çekmeceli gülünç bir mobilyaya dönüştüren Dali, memeler, göbek ve dizlerle mobilyanın kulplarını oluşturmuştu. Bu çalışma daha sonra mobilyacılık ve mücevhercilik alanında üretilen birçok lüks eşyaya da uygulandı. Breton tarafından Fransızcada dolar düşkünü anlamına gelen "Avida Dollars" anagramıyla sürekli olarak eleştirilen Dali, yapıtlarını bir meta olarak ortaya koyduğu için "Sanat için sanat" düşüncesini yıkmaya çalışmıştı. Amacı sanatın, hayatın her alanını doğrudan doğruya ilgilendiren bir yaşam biçimi olduğunu göstermekti.
Robert Descharnes ile birlikte Dantelacı Kadının ve Gergedanın İnanılmaz Öyküsü’nü yöneten Dali, 1978'de Yukarı Moğolistan’dan İzlenimler (Impressions de Haute Mongolie) adıyla deneysel bir de film çevirdi.
1982 yılında tek aşkı Gala'nın ölümünün ardından Dali büyük bir travma geçirdi ve sağlığı da gitgide bozulmaya başladı. 1984'te İspanya'daki şatosunda çıkan yangından sonra rahatsızlığı iyice artan Dali, son yıllarının bir kısmını Pubol'daki şatoda, bir kısmını da kendi kurduğu Tiyatro Müzesi'nin yanındaki Torre Galatea'daki özel odasında inzivada geçirdi. Salvador Dali 23 Ocak 1989'da Figueras hastanesinde, 84 yaşındayken hayata gözlerini yumdu ve Figueras'daki müzesine hâkim olan dev kubbenin altına gömüldü.
Dali tüm varlığını ve koleksiyonunu İspanya devletine bırakmıştı.
René Magritte
Annesi Regina Magritte ile tüccar babanın en büyük oğlu olan Rene, 21 Kasım 1898 yılında Lessines’de doğdu.
1915’de kolejden Brüksel Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki kurslara devam etmek için ayrıldı.
1920 yılında on üç yaşında tanıdığı Georgette Berger ile karşılaştı ve askerliğini yaptıktan sonra evlendi. Bir süre duvar kağıdı fabrikasında çalıştı, çizimler yapıp motifler üretti.
Bu tarihlerde Belçikalı sürrealistlerden Goemans, Lecomte, Mesens ve Nouge ile tanışma fırsatını yakaladı. 1921’de Servranckx’la birlikte soyuk resme girdi.
1925 yılında ilk sürrealist çalışması Kayıp Joker'i yaptı. Ayrıca bu yıllarda Mesens ile birlikte ancak bir sayı yayınlanan “Oesophage1” adlı dergiyi çıkardı.
1927’de Brüksel’deki Centaure Galerisi'nde yapıtları sergilenmeye başlandı. Bu sanat galerisinin desteğini alarak bütün zamanını resme ayırdı.
Bu yıllarda Münzevi Yolcunun Düşünceleri, Büyük Yolculuklar , Saldırı Tehdidi ve Popüler Panorama adlı yapıtlarıyla gerçek üstücülüğü benimsedi.
Magritte, Perreux sur_Marne’a yerleşti ve yeni bir döneme girdi. Tehdit Eden Zaman(1928), Sürekli Devinim(1930)ve İnsanlık Durumu(1934) bu dönemin önemli resimleriydi.
1936 yılında Magritte’nin ünü New York’ta Julian Levy’de Mesens’in Londra Galerisi’nde düzenlendiği sergiyle Mans Denizi’ni geçti.
I.Dünya Savaşı yıllarında sürrealistlerin tümü Amerika’ya gittiği halde Magritte Belçika’da kaldı. 1940-1946 yılları arasında Renoir dönemini yaşadı.
Belçika komünist partisiyle uyuşması ve devrimci sürrealist eylemlerine katılması savaştan sonra Breton’la birleşmesini önledi.
Magritte 1952-1957 yılları arasında kendi dergisi olan Carte d’apres Nature’ü ve 1961-1964 yılları arasında da Rnetorıque dergisini yayınladı.
1953 yılında Londra, New York, Paris ve Roma’da sergiler açtı. Bu sergilerden sonra ünü alabildiğine arttı.
1956’da Belçika için Guggenheim Ödülünü kazandı. Bu başarının ardından daha sık sergiler açmaya başladı, Pop Art’ın genç ressamları tarafından büyük usta olarak kabul edildi.
Charleroi’daki Güzel Sanatlar Sarayı’nda Büyülü Ülke adını verdiği büyük bir duvar resmi yaptı.
Magritte, 15 Ağustos 1967 yılında Brüksel’de hayatını kaybetti. Gerçeküstü resmin en önemli temsilcilerinden olan sanatçı, ölümünden kısa bir süre önce birkaç heykel deseni çizdi. Bunlar bronza dökülerek 1968 yılında Paris’te sergilendi.
Önemli Yapıtları: Münzevi Yolcunun Düşünceleri, Kayıp Jokey, Saldırı Tehdidi, Popüler Panorama, Şifacı, Kutup Işını, Vesta’ya Sunulanlar, Sürekli Devinim, İnsanlık Durumu, Tecavüz, Yatak Odasında Felsefe, Mükemmel Gemi, Büyük Aile, Büyülü Ülke, Pencere ve Kuka, Seçilmiş İlişkiler, Erkeğin Oğlu, Kurtarıcı, Aşk Şarkısı, Ruh Özgürlüğü, Alexander’ın İşçileri.
Francisco de Goya
Goya (1746 - 1828)İspanya, 16. yüzyıldan itibaren sanat tarihine önemli isimler sunmuş bir ülkedir. El Greco’nun sanatçı kimliği ve üretimi bu ülkede yoğunlaşmıştır; Zurbaran, Murillo, Ribera ve Velazquez gibi barok dönem sanatçıları bu toprakların çocuklarıdır ve daha da ötesi Goya, insanlık tarihinin en çarpıcı değişim dönemlerinden birine tanıklık etmiş ve bu tanıklıkları fırtınalı iç dünyasından en dolaysız şekilde yansıtarak kendine özgü bir resim dili yaratmış olan bu sıradışı ressam, burada doğmuştur. Goya, kalıpları sorgulayan sanatı ve sanatçı tavrı ile yurttaşı olan ve modern sanatın öncü isimleri arasında yer alan Picasso, Dali, Miro gibi büyük ustaların da habercisi olma niteliğini taşımaktadır.
Goya’nın sanatının biçimlenmesinde hem yaşadığı dönem hem de coğrafya son derece önemli bir rol oynamıştır. 1746 yılında, İspanya’nın Fransa sınırına 75 mil uzaklıkta olan Saragosa kenti yakınındaki Aragon’da dünyaya gelmiştir. Babası bir kuyumcu, annesi ise bir küçük soyludur. Doğduğu yerin Aydınlanma dönemi Fransa’sına yakınlığı ve ailesinde toplumun hem zanaatkar hem de soylu kesiminin izlerinin bulunması, onun sanatının genel karakterini yansıtan başlıca unsurların ipuçlarını vermektedir.
Gençliğinde, barok tarzda resimler üreten ve bu bölgenin en tanınmış ressamlarından biri olan Martinez’in yanında çıraklık yapmıştır. Daha sonra, 1763 yılında San Fernando Akademisi’ne girmek üzere Madrit’e gelmiş, Akademiye girememiş ancak saray ressamı Bayeau ile tanışmıştır. Bu dönemde Madrit’te Anton Raphaél Mengs ve Giambattista Tiepolo gibi farklı sanat anlayışlarına sahip iki ressamı tanıma imkanı da bulmuştur. Her ikisinden de etkilenmiştir. Ancak onu daha fazla etkileyen isim, oğul Domenico Tiepolo olmuştur ve onun insanı ve davranışlarını konu edinen resimlerinin izleri Goya’nın sanatında belirgin bir şekilde takip edilebilmektedir.
1770 yılında, bir yıldan biraz daha fazla bir süre kaldığı İtalya’ya gitmiş ve buradaki ikameti sırasında klasik heykeller ile Domenichino ve Reni gibi İtalyan barok dönem ressamlardan çalışmalar yapmıştır. 1771’de Saragosa’ya dönen Goya, burada bazı yerel kilise siparişleri üzerinde çalışarak 1774’e kadar kalmıştır. Bu sırada saray ressamı Bayeau’nun kızkardeşi ile evlenmiş ve onun aracılığıyla Madrit’e giderek Kraliyet Duvar Halısı Fabrikasını yöneten Alman neo- klasik ressam Mengs’in yanında çalışmaya başlamıştır. Bundan sonraki 20 yıl boyunca halılar için taslaklar hazırlamak üzere çok sayıda sipariş almıştır. Erken halı taslakları, Domenico Tiepolo’nun dekoratif gerçekçiliğinin etkilerini yansıtmaktadır. Goya bir yandan halı taslakları hazırlarken diğer yandan yaptığı saray çevresinden kişilere ait portrelerle bir portre ressamı olarak ün yapmış ve bazı dini konulu resimler üretmiştir. Bu döneme ait Floridablanca Kontu (1783) ve Prens Don Luis ve Ailesi (1784) gibi örnekler; cesur ve yenilikçi tarzları, dramatik chiaroscuro kullanımları ve resmiyetten uzak havaları ile dikkat çekmektedirler. Bu çalışmalar, aynı zamanda Velazquez’in etkilerini de yansıtmaktadırlar.
Goya’nın saray ve kilise için yaptığı çalışmalar, nihayet 1786 yılında Pintor